Dünyanın gündemine 1980’li yıllarda girmeye başlayan “özelleştirme”, ülkemizde de neredeyse eş değer tarihlerde tartışılmaya başlandı.
1980 ihtilali sonrası işbaşına gelen Turgut Özal, zarar eden kit’lerin elden çıkarılmasını savunuyor, devletin zarar eden kuruluşları süpvanse etmesine karşı çıkıyordu. Özal’a göre devletin asli görevi üretimden ziyade alt yapı hizmetleri, güvenlik ve adalet, sosyal devlet gibi konularla ilgilenmek olamlı ve bunlara ağırlık vermeliydi.
Özal, Özelleştirme çalışmalarını başlatma amacıyla 1986 yılında kamu ortaklığı idaresini kurdu ve çeşitli tartışmaların ardından da 1994 yılında özelleştirme yasası çıktı.
Çay-Kur o gün, bu gün sürekli özelleştirme çalışmalarının konusu oldu. Defalarca özelleştirilecek kuruluşlar listesine girdi ancak kamuoyundan gelen tepkiler üzerine özelleştirme kapsamından çıkarıldı.
Gerek A.Mesut Yılmaz’ın siyasette başbakanlık dahil çeşitli üst düzey görevlerde bulunmuş olması, gerekse R.Tayyip Erdoğan’ın korumacı politikaları nedeniyle Çay-Kur sürekli özelleştirmelerin dışında kaldı.
Ancak, Çay-Kur’un sürekli zarar eden ve kamu maliyesine yük olan durumu kamuoyunun gündeminden hiç düşmedi.
Kuşkusuz Çay-Kur’un sürekli olumsuz haberlerle gündeme gelmesi özelleştirilmesi gerektiği yönündeki gerekçelerin ana nedeni . Ancak şunu da görmemezlikten gelmemeli; Devletin, kurum yöneticilerinin hesapsız kitapsız harcamalarını denetlememesi, kurumu zarara uğratan kişilerden hesap sormaması zararların kaynağı. Kötü yönetimlerle batırılan kuruluşlar elbet her zaman özelleştirme için gerekçe olur. Bilhassa İmdat Sütlüoğlu yönetiminde batma noktasına gelen Çay-Kur’un bu yapısıyla ayakta durması neredeyse mümkün olmadığı için bu tartışmalar alevlenmiş durumda.
Sürekli sermaye artırımı ve çeşitli desteklerle ayakta duran ve yeni kaynaklara ihtiyaç duyulan Çay-Kur artık yeni kaynak a bulamıyor. Eskisi gibi maliye de bu yükü artık taşıyamıyor. İşte bu nedenlerle Çay-Kur 26/8/2016 tarihinde kurulan Varlık Fonu’na devredildi.
Varlık Fonu genel bir borçlanma modeli. Devlet, Fon’da yer alan şirketleri ileri sürülerek borç edinme imkanlarını bu yolla artırmayı amaçlayarak bu fonu kurdu ve bir çok devlet kuruluşunu bu fona dahil etti.
Özetle: Varlık fonu bir borçlanma havuzu. Devlet bu varlıklar üzerinden alacağı dış kredileri daha rantabl alanlara kaydıracak ve buradan elde edilecek gelirlerle ekonominin çarkı dönecek, Çay-Kur gibi zarar eden kuruluşlara da bu kaynaklardan aktarım yapılabilecekti.
Devlet, varlık fonuna aldığı kuruluşların hisselerinin tümünü değil de, belirli kısmını borçlanmaya tabi tutuyordu. Şimdi yeni bir kararla bu sınırı kaldırdı. Artık toplam varlık üzerinden borç arayışına girilebilecek.
Resmi Gazetede yayınlanan bu yeni durumu birçokları varlık fonunda yer alan kurum ve kuruluşların satışa açıldığı şeklinde yorumlamakta. Oysa ortada bir satış söz konusu değil. Tıpkı borsada olduğu gibi varlık üzerinden görünürde bir tür hissedarlık söz konusu olsa da , bu hissedarlık şirketi satın almaya, şirketi yönetmeye el vermiyor. Bunu bir tür halka arz şeklinde düşünebilirsiniz. Nasıl ki halka arz edilen şirketlerden tahvil alanlar o şirketlerin sahibi olamıyor, o şirketleri yönetemiyorsa varlık fonunda da durum aynı. Üstelik bu yolla varlık fonu içerisinde yer alan kurum ve kuruluşlar fon temininde serbest kaldıkları için birbirlerinin imkanlarından da yaralanabilecekler.
Burada şu denilebilir; Halka arzda yabancı söz konusu değil, oysa burada dış kredi söz konusu. Evet bu bir gerçek ancak sermayenin vatanının olmadığı da bir başka gerçek. Merkez Bankası zaten yabancılara döviz tahvili arzediyor. Yani dünyanın çoğu yerine ekonomi böyle işliyor. Örneğin İngiltere’de bir çok devlet bağlantılı şirketin arkasında Arap sermayesi var ve bu sermayenin daa da artması için İngiltere devletinin özel gayretleri var.
Asıl önemli olan; ülkenin dış borç arama ihtiyacı duymayacak sağlam bir iktisadi yapıya, milli sermayeye kavuşması. Devlet, ekonomik krizlere, spekülatif piyasa hareketlerine karşı koyabilecek güçteyse yabancı sermaye bir imkandır. Aksi halde bu bir zaruretin ötesine geçemez.
Devletin öncelikle elindeki kurum ve kuruluşları karlı hale getirmesi gerek. Bunun için ilk yapılması gereken; KİT’lerin verimli hale gelmesi için çalışmalar yapması ve atadığı genel müdürlerinden hesap sormasının önünü açması olmalı. Emin olun devletin kurum ve kuruluşlarında yöneticilik yapanlar görev zararlarından sorumlu tutulsa, kimse bu yerleri çiftlik gibi kullanamaz. Böylece Çay-Kur gibi kuruluşlar” satıp kurtulalım” yerine, devletin gözde kuruluşları haline gelir.